Rüya Kulübü’nün Acayip Öyküsü yâhut Bir Ayrılık Öyküsü
“Rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur.” José Saramago
Gözlerimi bağırarak açtım. Korku, bedenimi terk etmemişti henüz.
Göz kapaklarımın ikisi de seğiriyordu. Sağ gözüm zaman zaman seğirirdi, alışıktım ona. Besin eksikliği yüzünden vesaire, diye düşünürdüm. Yeterince D vitamini almıyorumdur ya da ne bileyim kireçlenmeyi ve kas ağrılarını önlemek için kalsiyum ağırlıklı takviye gıdalar tüketmiyorumdur, gibi gibi... Şimdi iki gözüm de aynı şiddetle ve belli zaman arkalıklarıyla ben istemeden hareket edince bunun sebebinin biraz önce gördüğüm şeyler olduğunu düşündüm.
Sol baldırımdaki küçük bir kas grubu kasılıp duruyordu. Gözümü açık mı tutsam yoksa kapatsam mı? Hangisi bu korkuyu daha çabuk yok eder? Korku bir sıvı olabilir mi? Neden sol baldırımdaki kas grubu kasılıyor? Beynim bana ne demek istiyor? Her şey bu iki kiloluk yağın içindeki elektriksel geçişlerse ne diye tutarlı bir dünya tahayyül ediyorum? Uğruna serimizi koyduğumuz fikirler de neyin nesi oluyorlar?
Uyandım mı diye emin olamadım önce. Sonra kendimi çimdikledim. Evet bunu yaptım. Ufacık bir umut. O andaki kalabalık hisleri yatıştıracak bir hareket. Aklıma gelince yapıverdim. Evet, filmlerdeki gibi.
Hiçbir işe yaramadı tabii. Korku denilen soyutluk kanımda dolaşıyor olmalıydı. Bundan emindim. Sonra ellerimi bacaklarımın arasında tuttum, omzumu boynuma yaklaştırdım. Bir topaç gibiydim. Vücudumun sıcağı korkuyla boğuşuyordu.
Uyandım mı? Yoksa uyanmadım mı? Daha önce gerçeklikten hiç bu kadar uzakta bulunmamış gibi hissediyordum. Çünkü tam olarak nasıl olduğunu bilmesek de anlaşılırdı uyanıp uyanmadığımız. Hayatımız bir rüyaymış da biz uyuduğumuzda gerçek hayatmışmış gibi bir bakış da… Düşünmesi güzel de öyle olmadığı da belli.
Yok yok. Bir sinyal gerekli. Ayak başparmağımı oynatmam gerektiğini hatırladım birden.
Sonra bu fikir aklıma nasıl geldi diye düşündüm.
Böyle rüyaları -korkunç yerine yanılsamalı demek isterim- görmeye başladıktan hemen sonra Facebook’ta “Rüyalar, Bilincimiz ve İnsan” diye ilginç bir sayfa çıkmıştı karşıma. Onun reklamlı bir paylaşımı ilgimi çekmişti. Çok da kurcalamamıştım ama uyandığımda aklıma o sayfa geldi.
Karşıma çıkışına tedirgin olmuştum tabii. Bilgisayarların mikrofonları açık kaldığı zaman “Bizi dinliyorlar” endişesini biliriz. Konuştuklarımıza uygun reklamlar gösteriyorlarmış. Korkunç. Bütün varlığı ve yokluğuyla hissettiğim ve zihnimin içinde doğan karmaşık duygulara ulaşabildiklerine inanmam gibi bir durum söz konusu değildi tabii. Tesadüf, diye yorumlamıştım. Ayak başparmağımı oynatmam gerektiğini oradan öğrenmiştim.
Yaklaşık bir dakika sonra kasılmam durdu. Gözlerim de seyirmiyordu. Zamanın bu kadar hızlı ve bu kadar yavaş geçebileceği aklımın ucuna gelmezdi. İrkildim. Büsbütün uyanmıştım artık. Emindim.
Rüyamı hatırlamaya çalıştım. Şaşıp kaldım. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Yani size bunları anlatacağıma kadar rüyayı anlatsaydım keşke. Neler neler olmuştu. Nerelerden nerelere varmıştım. İnanmayacaksınız ama hayatıma dair şahane çıkarımlar yaptığım bir rüyaydı. Nasıl, neden, kimler vardı, neler oldu, hatırlayamıyorum.
Bedenime yansıyan bu korkuyu Jale’ye anlatmalıydım. Jale salondaki koltukta yatıyordu. Erken uyumuştu bugün. Canım benim, çok yoruluyor, çok çalışıyor. Ben de bir işe girebilsem iyi olacak. Rüyamda herhalde iş mi ne buluyordum. Yalan anlatmayayım şimdi. Yalan rüya anlatmak büyük musibetler getirirmiş. Aman uzak dursun.
Uyandıramadım. Bir kitap vardı sehpanın üstünde. Altmış küsürüncü sayfada kaldığım. Ona devam edeyim dedim:
“Ne vakit büyüdüm ben? Hiç büyümeyecek gibiydim oysa. Ailenin ortanca çocuğu, haylaz, işe yaramaz, her şeyin gölgesinde. Kimse böyle demezdi doğrusu. Sezdirirlerdi ama…Şimdi biricik karımın karnından çıkacak varlığı bekliyorum. Bir yaratık o herhalde.…İlk kez o gün kabuk yırtmanın sancısını hissettim. Bileğimi sıkan gömleğimi bir karıştan fazla yukarı çekemediğim gerginliği hâlâ üzerimde… İhtimaller her zaman yeni ihtimalleri doğuruyor, neyi seçersek onun olasılığı gerçekleşmiş oluyor.”
Atlaya atlaya okuduğumu fark edip kitabın kapağını kapattım. Buna devam etmeyecektim artık. Sıkılınca bırakmalı. Hem neyden bahsediyordu, ne anlatıyordu hiçbir şey hatırlamıyordum.
Gideyim biraz da bilgisayarda vakit geçireyim dedim.
Bolca kedi videosu. Yoksa nasıl dayanacağız enflasyona filan. Bakmayın, pek anlamam ama insanlar kendilerini yakıyor. Dayanılmaz bir acı ta bana kadar geliyor. Böyle şeyler aklıma gelince uzayı düşünüyorum. Yıldızlar filan. Öyle öyle kayboluyor. Ne kadar basitiz.
Kedi köpek videosundan sonra arkadaşlarımın paylaşımlarını görüyorum. Mutlu gibiler. E mecburen. Gülderen’in doğum günüymüş. Doğum günün kutlu olsun Gülderen. Ercan evlenmiş. Tebrik ederim. Ercan’ın damatlıklı fotoğrafından sonra gördüğüm bir paylaşım vücudumun orta yerlerinde bir ağrıya sebep oldu.
Facebook’ta “Rüyalar, Bilincimiz ve İnsan” sayfasından ana sayfama düşen bir gönderiydi bu.
BUGÜNÜN KARABASANI: SUİŞLERİ BAKANIMIZ
Gönderinin altında bir sürü yorum.
Şükrü Polatlı: Suişleri bakanmız Syn sansür‘yu ziyaret ediyodm. Geyik ağznı açtı..BEn de oradan girdim aşşğiya. Kokrnçtu syn bakanmz ağznı açti. çok.beni yedi.
Ayfer BANU SÖNMEZTEPE: Bakanın ağzı da çok büyüktü. Acaba bunun yorumu nedir doktor? Konuşalım diğer seans lüfen.
T.C. SELAMİ YANIKSÖZ: Bu gibi insanları görmek istemiyorum doktor. Lütfen bir çözüm bulalım bu seans. Hiç kimse unutmasın. Bu topraklar ASLA BUNLARA YAROLMAZ! Selamlar dostlara.
Ferhat POZE: Saat kaç gibi başlarız maç var
Racheal Cooper: guys, can you translate it? thx.
Sinem Abalı: Bugün konuşacak çok şeyim var doslar
Doğukan Sözlü: doktoruma gübveniyorum vardır bi hikmeti inşallah
Potansiyel Arsız: Bugünün müziğini ben seçecektim doktor demişti.
عباس انصار: شخص ما يترجم لي من فضلك
Yorumları okuduktan sonra hemen “Rüyalar, Bilincimiz ve İnsan” sayfasının önceki gönderilerine baktım. Ben bugün rüyamda ne görmüştüm? Hatırlayamadım. Fakat önceki gönderilere baktıkça heyecanım korkuyla karışarak gitgide arttı. Onlarca insan aynı rüyadan bahsediyorlardı. Çoğu, önceden benim de gördüğüm rüyalardı.
İngiliz Askeri Şapkası rüyası. Rüyamda -diğerleri gibi- bir gölet içinde yüzerken kuğulara çarpmamak için sağa sola döndüğümü görmüştüm. Göletin kıyısında başlarında her gelenekselliğin barındırabileceği bir komikliğe sahip garip şapkalı İngiliz askerleri bana nişan alıyor ve ben de vurulmamak için suyun altına dalıyordum. Bir de bakıyordum ki nefes alabiliyorum. İndikçe iniyordum aşağıya doğru. Kulaklarımda herhangi bir ağırlık da hissetmiyordum. Aşağı indikçe görüntü netleşiyordu, görüntü netleştikçe bulunduğumu hissettiğim konumdan uzaklaşıyordum. Masmavi bir saatin içini izliyordum.
Bununla ilgili gönderiyi incelerken yine bir yorum dikkatimi çekti.
Şükrü Polatlı: Bzim içn Amerika ve İnglizlr tehdt mi doktorumuz ne diyo?
Doktor mı? Neler oluyor? Gönderileri inceledikçe şaşırıyor şaşırdıkça korkuyordum. Bir oyunun içinde gibiydim. Bu yorumu okurken bir etkinlik daveti geldi.
BU GECE DOKTORUMUZLA BİRLİKTE
23.00
BUGÜNÜN KÜRÜ: SICAK SU-ŞEKER-NANE
Etkinlikte dokuz kişi vardı. Aynı dokuz kişi… Sanırım onuncu ben olacaktım. Beni nasıl buldular? Vardır bir sistemi mutlaka, neler neler yapıyorlar... Merak ve heyecanla karışık “katıl” butonuna bastım. Canlı sohbet sayfasının bağlantısı vardı. O bağlantıya da tıklayınca kendimi Doktora bakarken buldum. Bembeyaz, uzun saçlı ve sürekli gülümseyen korkunç bir insandı.
“Hoş geldin Tayfun,” dedi.
“Hoş bulduk.”
“Kürü hazırladın mı yavrucuğum?”
Bu üslup hiç hoşuma gitmemişti.
“Hayır.”
“Hadi bekliyoruz seni.”
“Ne yapmam gerekiyor?”
“Sayfamızda paylaştığımız üzere yazan tarifi uygula. İçmek üzere yanında bulundur.”
“Tam olarak ne yaptığımızı sorabilir miyim?”
“Rüya Kulübüne hoş geldin.”
Bir şey deyip bozmak istemedim. Konuşmayı havalı bir şekilde sonlandırmıştı. Mutfağa gittim. Jale’yi uyandırmadan kürü hazırladım. Suyun kaynamasını beklerken ne yapıyorum diye düşündüm. Saçma sapan bir tarikata mı girmiştim? Doktor dedikleri gerçekten bir doktor muydu? Güzel ve detaylı hazırlanmış bir şaka mıydı bu?
Salonun kapısından Jale’ye baktım. Çok tatlı geldi gözüme. Aslında evleneceğim insan olduğunu düşünüyorum. Tabii şimdi evlilik falan yaşlıların düşünceleri. Hep şey diye düzeltiyorum kendimi: Bir ömrü paylaşmaya değecek insan…
Ercan, Allah belanı versin hiç sevmezdim seni.
Odama geçtim. Doktor denilen herif sinsi sinsi sırıtıyor. Kıllandım. Hem diğer milletten insanların ne işi var? Sesi mikrofondan tertemiz geliyordu Doktor’un.
“Gel, otur Tayfun. Bu senin ilk seferin değil mi?”
“Neyin ilk seferi?”
“İlk, sefer. Biz burada toplu uykularımıza sefer deriz.”
“Evet…”
“Endişelenecek bir şey yok. Bizi buldun ve biz huzur getireceğiz sana. Şükrü sen hazır mısın?”
“Evet doktorum,” diye bir ses geldi. Herkes canlı yayındaymış. Yalnızca doktoru görebildiğimiz bir ortam.
Soracak bir sürü sorum varken “İçelim,” diye bir ses geldi. Diğer insanların “glup glup” su içme sesleri geliyordu. Doktor gözümün içine bakarak “Tayfun, neyi bekliyorsun? Huzur için iç!”
Demek huzur. Saf huzur vadediyor.
Düşünmeden içtim.
Gözlerimi açtığımda salonda Jale’ye bakıyordum. Baktığımı da görüyordum. Yavaşça kalkıyordu benim yerimdeki gölge. Jale’yi uyandırıyordu. Sarılıyorlardı. Sonra dans ediyorlardı. Jale hiç uyumamıştı sanki.
“Jale, hep seni sevebilir miyim ben?” diyordu benim yerimdeki ben.
“Bir insan bir insanı hep sevebilir mi?”
“Ama ben seni uzun süredir seviyorum ve böyle sürüp gideceğine de eminim.”
“Hiçbir şeyden emin olmamalı.”
Elimi bıraktı önce. Sonra kayboldu.
Gözlerimi hızlıca açtım. Uyuyakalmışımdır diye umdum gözkapağımın açılmasından birkaç an’cık önce. Neye yarar? Karşımda hâlâ o iğrenç beyaz saçlarıyla sırıtan şarlatan oturuyordu. Ne içirdim kendime? Sinirlenmiştim. Bir sürü şey demek istedim. Telaşla bağırdım.
“Sen kimsin beyefendi? Seni savcılığa şikâyet ederim bak... Çok yakın avukat tanıdıklarım var,” diye çıkıştım hemen.
“Jale mi çok yakının?”
Jale’yi nereden tanıyor? Beni ne kadar tanıyor? Korktum. Uykumdaki korkuya benzer bir şeydi. Serde yiğitlik var!
“Doğru konuş puşt!” diye bağırıp kapattım bilgisayarı.
Doğruca içeri koştum. Jale hâlâ uyuyordu. Beni hiç bırakmasın istedim. Uyandırdım. Hiç uyumamış gibi uyandı.
“Jale! Lütfen ayrılmayalım, postmodern problemlerle güzelim ilişkimiz bitmesin!” dedim ve anında suratıma bir tokat yedim.
“Çağımız hakkında doğru konuş, puşt!”
Kamera yavaş yavaş geriye doğru kayıyordu ve ekran yavaşça kararıyordu. O an benim için filmin bittiğini anladım.
Sesler. Sesler. Sesler.
O an her yerde ve herkes olabilirdim. Geçmişim bir rüya ve ben de tanımadığım bir insan olabilirdim. Bu da hayalim, rüyam ve geleceğim olabilirdi.
Sesler. Sesler. Sesler.
“TAYFUN! UYAN!”
Nasıl uyanılır?
İnanın bilmiyorum.
Haftanın öyküsü: Yaşar Kemal “Bebek”